13 Ocak 2012 Cuma

Sol Şerit



Eylül '10
Sigara içmenin ağrılı ve yavaş bir ölüme neden olduğu kitsch zamanlarda geçen imkansız bir aşk hikayesiydi bizimkisi. Birlikteliğin getirisi olan halleri izlemekten herkesin zevk aldığı ama zararın da neresinden dönüleceği belli olmayan o tür ilişkilerdendik. Tüm hücrelerimi harekete geçirebilmesi yönünden kendisinin benim için sigaradan farkı yoktu. O beni her an zehirleyerek öldürmekle meşgulken, bir tek ben bunun farkında değilmişim gibi davranıyordum. Gözlerim her sigara paketiyle karşılaştığında beyne gönderdiği sinyallerin arasına giren kalbim ve haliyle ciğerim çaresiz bir şekilde ona bağımlıydı. Zaten kendisine bağlamayı ustalıkla yapıyordu da zamanında kendisinin kokusu şöyle dursun adına bile dayanamayan sözde inat ve istikrara hapsolmuş bünyeleri kıvrakça kendine bağlaması birkaç ukalalığına bakıyordu. Televizyonlar, radyolar, billboardlar, yardımcı sağlık kuruluşları bas bas bağırırken o aslında kendi krallığını kurmuş devrik bir hükümdardı.

Göz göre göre ağrılı ve yavaş bir şekilde ölüyordum. O dudaklarıma her yaklaştığında vücudum adrenalin patlaması yaşarken kalp krizi geçirme riskim her gün kat be kat artıyordu. O'nsuz geçirdiğim her an kahroluşa yakın oluyordum. Hiçbir zaman tek kişilik bir aşk değildi yaşadığımız; ben paketleri değiştiriyordum, o başka başka dudakların kurumuş derisini soyuyordu.

Her şey ve herkes bizi durdurmaya çalışırken, yasakların ve sınırlamanın en ilgi çekici olduğu anlarda gizlice birbirimize koşuyorduk. Bu hikaye sonunda ya beni öldürecekti, ya o'nu tüketecekti.

Ocak '12
Tedavinin üzerinden 123 gün 14 saat 45 dakika 6 saniye geçmişti. Ağrılı ve yavaş ölümün kıyısındayken beni uçuruma sürükleyenin sahipsiz naralar atan bir başkası değil de kendim olduğunu bana kabul ettirmeye çalışan o adsız bilmemkimler cemiyetinden yanıma kar kalanın bolca gözyaşı olmasını beklerken, elimde kalan üst üste konmuş boş paketlerdi. Onları civardaki en yüksek binanın çatısında birer birer sallandırırken herkesin hayatının kendi kontrolüne geçmesini hedefleyen idealist bir insandım artık.

Kadınların doğuştan suçlu olmasına inanmaya yatkın olması görüşünü benimseyen insanları çevremden çıkarıyor; kendilerini özel ve ulaşılmaz, çapkın ve serseri sanan her erkeğe de birer kere gol pası verdikten sonra kornere yolluyordum. Anlatmak için mi yaşıyordum, yaşamak için mi anlatıyordum? Sonsuz sayıda ümitsiz vakanın yakama yapışmasını yakamı silkerek engelliyordum. Takım ruhuna inancım da adsız bilmemkimler cemiyetinde herkesin benimle ortak özneden muzdarip varlıklar olduğunu anlamamdan sonra eriyerek yok olmuştu.

İçimdeki ergeni de -jetonla çalışan oyun makinalarını görünce çıldırmasını saymazsak- öldürmeyi başarmıştım. Senelerdir o ergeni öldürmek için verdiğim uğraşın aslında düşünmekten vazgeçtiğim an kendi kendine suyun dibini boylamasını izlemek ise alter egoma sadistçe bir zevk vermişti. Çünkü içindeki ergen öldürmeyi denemekle değil denemeyi bıraktığında ölüyordu.

Bu zorlu görevde yanımda olmayan herkesin allah belasını versindi, iki kişilik hayat yaşamının en az sonsuz sayıda edilgen insanla olduğunu kavrayışım yerin dibine batsındı, ne olursa olsun sen hep burda olacaksın, beni kendinden çok mahrum bırakma'lar tükensindi, sanala yaklaşıp da reelden kaçtıkça o'nsuz ne yaparım çırpınışlarımın benim yarattığım bir karaktere haykırışlarım olduğunu anlayışıma sıçayımdı ve kavun taşıyan kamyonlar devrilsindi ki, ben artık iyileşmiştim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder