30 Temmuz 2010 Cuma

ovye. arabesk

canım dediklerim

canım dediklerim, canimi aldi
gönül sarayımı, yıkıp gittiler
bu mutsuz yaşantım onlardan kaldı
beni bu günümden, dünden ettiler
beni doğduğuma pişman ettiler

haykırsam dünyaya ettiklerimi
yine anlatamam çektiklerimi
tanrim zalim yapmış sevdiklerimi
beni sevdiğime pisman ettiler


25 Temmuz 2010 Pazar

seni yakacaklar.

Hep adını yazdım şarkılarıma
Sevgilim suçunu herkes bilecek
Bana ettiğini herkes duyacak
Seni tanrı bile af etmeyecek

Alıştım artık ben sensizliğe
Zararı yok alıştım artık ben hasretine
Seni yakacaklar benim yerime
Seni allah bile af etmeyecek

Ah edip başını duvarla vur
Kahrol bir köşede boş hayaller kur
Kalpsizlerin sonu hep böyle olur
Seni tanrı bile af etmeyecek

Alıştım artık ben sensizliğe
Zararı yok alıştım artık ben hasretine
Seni yakacaklar benim yerime
Seni allah bile af etmeyecek


24 Temmuz 2010 Cumartesi

anlatma.


Sevgiliniz size yalan söylüyorsa bilmediğiniz sürece bir sorun yoktur.
Bir şekilde öğrendiğinizde, "anlatacaktım" diyorsa, unutmayın, yine yalan söylüyor.

eskisevgilievreni'nde sağgözümmorken. 2010.

19 Temmuz 2010 Pazartesi

14 Temmuz 2010 Çarşamba

Biterken...


Yapılacak işlerin tükenmesi, tatil için bir ara vermek. Peki ya sonrası? Şimdilik pek bir şey yok gibi. Düşünmek, konuşmak, tartışmak, karar vermek gerek. Neredeyse 3 yıldır süren rutinden çıkmak pek kolay olmayacak.

Tatil işe yarar, umarım.

12 Temmuz 2010 Pazartesi

Deklanşöre Son Dokunuş

Son tomarın ipini çözerken, bir sütyenin kopçasını açıyormuşçasına heyecanlanmıştı. Çünkü 85 b görünümlü bir sütyenin içinde 90 veya 80 b göğüslerin fırlaması sürprizdir. Kağıt tomarında da en sevilmeyen sürpriz 100 görünümlü 500'ler. O kadar incedirler ki Japonya'nın tüm origami ustaları bir araya gelse kağıtları yırtmadan 4'e bile katlayamazlar. Derin bir nefes aldı, tomarı çözdü. Sürpriz yoktu... Adım adım sona yaklaşıyordu. Hissetmişti son 25 (artı-eksi 5)... Son kağıda geldiğinde karar veremedi. Son kalan sigarasını son kez deklanşöre basmadan önce içip büyük bir finalle mi deklanşöre basmalıydı? Yoksa... (lü lülü lülülü)
-"Efendim"
-"Gelirken tavuk alsana, nereden alcağını tarif ederim"
-"Tamam"

O an anladı ki dünyanın en sıradan finali olmalıydı. Çünkü yaptığı işte ruhunu dinginliğe götürmenin yolunu bulmuştu. Usanmadan bir sene boyunca toplam 39.552 kere deklanşöre basmıştı. Bir sonraki adım ancak Budist rahiplerle beraber sabahtan akşama kadar merdiven inip çıkmak olabilirdi. Kararını verip ve son kez deklanşöre dokundu. Ancak bir şeyler ters gidiyordu. Çünkü içine dolması gereken huzurdan eser yoktu!.. "Ya şimdi?" dedi. Anlamıştı ki o artık burada miladı dolan bir misafirdi.

5 Temmuz 2010 Pazartesi

3+5,5 lira (3)

Çok çalışkanımdır ya! Kafamı kaldırmam derslerden. Kadın 101, Kadın-politiğin övgüsüne katkı 102(Uygulamalı), Mesleki bilimum yabancı diller (Seçmeli)201, Erasmusoloji 202 (Yeni müfredata uygun) hep AA.
-“Valla canım mutlaka oku, aslında Oğuz Atay kitabı ilk Yusuf A…”
-“Hı hı, evet. O magazinel kısımları biliyorum hep”
Herkes kahvesini tabağına koymadan elinde tutuyor, tabağa koymadan kilitlenmiş bana bakıyorlardı. Bir anda ampüllere giden voltaj düşüp tekrar düzelmişti. Ya da bana öyle geldi, bilmiyorum. Bu çıkışı yapmalıydım. Susturmalıydım o anda! Evet kitabı ilk Yusuf Atılgan’a gönderiyor o da ilgilenmiyor falan filan… Biliyoruz bunları. Gerçekten insanların kitaptan çıkardığı şeyler yerine duydukları magazinel şeyleri anlatmalarına gıcık olurum. Çünkü ben kitabı okumaya karar vermeden önce hayatlarıyla ilgili dedikodulara bakar sonra aksiyona göre öncelik sırasına koyarım, sen okumuşsun hâlâ dedikodudasın. Sartre ile Bevoir’in Rus bir öğrenciyi araya alıp grup seks yaptıkları dedikodusu üzerine, önce varoluşçu ardından da feminist olmuştum…
Kahretsin ne anlatacağını hâlâ merak ediyorum. Ama düğüm ve çözüme gelemeden bu çıkışı en azından Atay için yapmalıydım. Evet evet iyi yaptım. Yusuf Atılgan onu ciddiye almadıysa ben de bir temsili burada yapmalıydım. Entelektüel olmanın şuur ve gururu bunu gerektirirdi.
-“Yani işte hep tavsiye eden arkadaşlar anlatıyor da ben de oradan biliyorum yani. Yoksa…”
Herkes kahvesini tabağına geri koymuştu. Ortamdaki gerginlik geçince de konuşmanın başından beri aralarında sohbet eden sevgilim ve kardeşi kaldıkları yerden devam etmeye başlamışlardı.
-“Vallahi keşke biz de genç olsaydık da arkadaşlarımız bize böyle tavsiyeler verselerdi. Değil mi?” dedikten hemen sonra onaylatmak için sevgilimin annesine doğru çevirdi kafasını. Büyük şef istifini bozmadan tüm soğukkanlılığıyla kafasını aşağı-yukarı salladı . Benim dışımda herkes mutluydu. Çünkü bu onay aslında muhabbetin kesileceğinin işaretiydi. sevgilim fısıldamak zorunda kalmadan kardeşiyle konuşmaya devam edebilir, annesi ise bulaşıkları yıkamaya gidebilirdi. Halbuki ben merakımdan yaptığım çıkışı bile geri almıştım resmen! Gel gör ki Atay hayranı kazanmıştı! Olayın özü başından beri siz ne kadar şanslısınız, “aaah ah keşke genç olsak”mış. Tahmin etmeliydim!