30 Haziran 2010 Çarşamba

3+5,5 lira (2)

Hedefe gelmiştim. Zili çaldım. Sevgilimin annesi tüm içtenliği ile kapıyı açıp hal hatır sorma ritüelini bitirdikten hemen sonra kafamda, çevremdeki birkaç kadının ağız birliği yapmışçasına bana savunduğu bir durum canlandı. Durum kısaca şöyle izah edilebilir: Sevdiğin adamı/kadını çevrende sürekli sevgilinle ortak olarak görüştüğün biriyle aldatıyorsun ve aldatırken sana eşlik eden insan bir daha aynı ortama sen sevgilinle geldiğinde, aldatılan rolündeki insanı salak yerine koyuyor. Yani eğer sevgilin varken ortak çevrenizden biriyle yatarsan, sevgilin salak yerine konan insan oluyormuş. Bu durumu uzun uzadıya düşünsem de bir türlü hak veremedim. Ancak sevgilimin annesi ordayken kısa sürelide olsa empati kurmaya çalıştım. “Ha haa şimdi bu kadın benim bu evle ilgili yaşanmışlıklarımı bilse acaba bu kadar sıcak ve içten bir karşılama yapabilir mi?” diye düşünmeyi denedim. Ne yani, şimdi bilgisiz olan insan burada aynı zamanda salak durumuna düşürülen mi oluyordu? Konuyla ilgili bilgiye sahip olma durumun aslında bu kadar rasyonelken nasıl oluyor da bu kadar duygulara içkin bir şeyin içine alet oluyordu? Bayılıyorum garp mukallidi terimlerle totoloji, analoji, demogoji ve diğer bilimum lojileri yapmaya. Tarzım bu. Edebiyattan çok ansiklopedi severim ondan.
-“Efendim?”
-“Kahveyi diyorum, nasıl içersin?”
-“orta”
Orta tabi neyim bir yöne adanmış ki? Şekerli desen değilim. Acı? Hiç bana göre değil. Orta şeritten devam kaptan.
-“Aylak adamı okudun mu?”
Şimdi okudum desem yutturacağım ki genelde haz alırım bu durumdan ama bir okumadım desem acaba neler anlatacak?
-“Yok. Listemin başında ama derslerden zaman kalmıyor.”

27 Haziran 2010 Pazar

3+5,5 lira


3+5,5 lirayla, “normal” insanların uyandıkları saatten (9:00 olarak kabul edersek) 7 saat sonra gözlerimi açtım. Saat, bu gün yapmayı planladığım neredeyse her şey için ileri alınmıştı. Oysa ki dün gece bir kez daha söz vermiştim kendime. Bu gün tüm tutarsızlıklarımın sonu olacaktı. Cümlelerimin karaktersizliği benim bir aynam misali, bana tükürdüğüm kaptakileri su niyetine içirmeyi hoş görüyor… Telefonda birkaç dakika öncesine ait bir cevapsız arama, beni bütün gün üç duvar bir pencereli hapishanemden dışarı özel bir izinle göndermek ister nitelikte bana bakıyordu. Birkaç dakika telefonla bakıştıktan sonra bu izni kullanmaya değer buldum. Arayan sevgilimdi ve bana cebimdeki parayla satın alamayacağım yemekler sunuyordu. Karşılığındaysa yapmam gereken tek şey Oğuz Atay hayranı olan tanımadığım bir aile dostları ve annesiyle yemeğim süresince muhabbet etmek ve gramajı tamamen bana kalmış bir adet yoğurt almaktı. İlk bakışta geri çevrilemez gibi görünse de, teklif küçük pürüzler yüzünden beni hapishaneme mahkum bırakabilirdi. Düşündüm ve pürüzlerin üstesinden gelebileceğime kanaat kıldım.

Dışarı ilk adımı attığımda vücudumun benim adıma hesabımdan bloke etmiş olduğu 5,5 lira ile sigaramı aldım. Paketi açıp sigaramdan ilk nefesimi çektiğimde vücudumun tatmin olmayıp başka marazlar çıkartacağı aklımdan geçmemişti. Günde bir öğün yemekle hayati fonksiyonlarını idame ettirmeye alışkın olan bedenim, Stand By’dan çalışır hale geçince kalbim 8/9 bir ritim tutmaya başladı. Keşke kalbim bir de arada baget tutan ellerime öğrete bilse… Bu çarpıntıyı engellemenin en kolay yöntemi alkol olsa da maddi imkanlarımın kısıtlılığı ve akabinde o problemi çözsem dahi devam edecek öksürük probleminin de olması, küçük çaplı da olsa vücudumdan beynime üzerine düşünmesi için küçük hediyeler göndermekteydi. Tam da bunları düşünürken kendimi kasada buldum. Benden istenen yoğurdu almıştım. 2,69 lira. Sıra beklerken, normalde orda olmaması gereken bir çalışan insanların satın aldığı ürünleri poşetliyor ve muhabbet ediyordu. Tabii ki bunları yaparken de etrafa gülücük saçmayı ihmal etmiyordu. “Sabah 10:00’dan akşam 11:00’e kadar buradayım. Nasıl müdürüm bilmiyorum gerçekten” derken o gülücüklerinin ardında gizlediği takdir bekleyen tutuma karşı “hadi oradan senden önce gelip, senden sonra giden çalışanların günahı ne! Burada yanındaki yakışıklı kasiyere yazmak için artistlik yapacak lüksü buluyorsun, hala o çalışanlar takdir beklemezken sen bekliyorsun!” demek istesem de ödeme sırası bana gelmişti ve içimdekileri dışa vurmak için diretmedim. Barkodu okuttuktan sonra kasiyer “4,39 lütfen” dedi. Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüştü çünkü tek param 3 liraydı! İptal etmesi için rica ettim. Çünkü benim gördüğüm reyonun altında yazan fiyat 2,69 liraydı. Kasiyer kasa açma düğmesine bastığını ve artık iptal etmesi için ekstradan işlem yapması gerektiğini söyleyip mızmızlanırken, aklıma limiti neredeyse dolmuş olan kredi kartım geldi. Uzattım, ancak 4 lira dahi çekmiyordu. Bonuslarımdan kullanmasını rica ettim ve nihayet sorun çözüldü. Garip bir şey tabii ki karttaki paradan daha çok bonusunun olması. En azından hapishanemden çıkmama yardımcı olan bu buluşmaya giderken, gereken koşullardan birini layığı ile yerine getirebilmiştim.

17 Haziran 2010 Perşembe

İnsan vs Homonculus: Fullmetal Alchemist


İnsan oğlu hiç bir zaman diliminde doğanın bir parçası olmuş mudur acaba diye merak edip dururum hep, ancak insan dediğimiz şeyi insan yapanın ve doğanın parçası olmasına engel olan şeylerin neler olduğu konusunda hep bulanık kalmışımdır. Fullmetal Alchemist
diye bir çizgi filim yapmış ecnebiler, diyor ki insan olmak ruhtur, insan olmak hatıradır. Fiziksel olarak bir anlamı yoktur insan olmanın. Yani şimdi ben zihnimi, hatıralarımı alacağım başkasına koyacağım, o ben olacak ha? Anlayamadığım kısmı şu o zaman bedenimin tarihselliği hiçe mi sayılmış oluyor? Asıl mesele zihin ve hatıralardaysa, genlerin hiç mi önemi yok şimdi? O zaman her şey toplumsal olan "ben"in öğrendiği şeylere mi bakıyor? Yani şimdi o bilim yapan o kadar insan yalan mı söylüyor? Tabii ki de olamaz. Aristotales demiş ki "Ruhun birliğini sağlayan ortak duyu, duyumları tasavvurlar olarak sakladığı için hatırlama ile kendi hallerimizi bilmemizin merkezidir" yani bizi biz yapan ruhumuzdur ve sorugladığımız o bedenin tarihselliği zaten aynı anda ruhun da tarihselliğidir ve bundan ötürü zaten onda kayıtlıdır diyor kendileri. Peki şimdi madde olarak kabul edilmeyen bu ruhta kayıtlı olan "ben", maddeler dünyasındaki madde ve ruh olarak bütünleşmiş benin ne hakla tam temsilcisi oluyor! Beni temsil ettiği yer zaten maddeler dünyasının kendisi, ve ayırışamaz olan (bildiğimiz kadarıyla) bu birliğin esas oğlanı.

Homonculus denen şey ise -çizgi eserdeki anlamıyla- ruhun karşıt tekabülü olan, külliyen maddeden oluşan insanımsı şey. İnsanımsı şey çünkü kendisinde ruh bulunmuyor ve insan olmaya hak kazanamıyor. İşin ilginçleşen tarafı yaratılışları hususunda vuku buluyor. Simyadaki tabuları yıkmaya çalışarak ölü bir insanın ruhunu, bedeniyle beraber geri getirmeye çalışırsan bedeninin belli parçalarından feragat etmek zorunda kalıyorsun. Zira Homonculuslar da o tabuyu yıkan insanların belli organlarından meydana geliyor. Ruhları olmadığı içinse simyadaki efsanevi "felsefe taşı"nı kullanmak zorunda kalıyorlar. Ancak çizgi eserdeki "felsefe taşı" ölen insanların ruhlarından üretiliyor. Olayları pembe dizi karışıklığına dökmeden toparlayacak olursak: Homonculuslar külliyen maddeden oluşuyor ve aynı zamanda da "felsefe taşı" sayesinde ruha da kavuşuyor. İnsan olmak için eksiksiz bir şekilde tüm birleşenleri yerine getirmesine rağmen insan denmemesinin sebebi nedir?

Düşünyorum öyleyse varım, "ruh"um var öyleyse insanım, hatırlıyorum öyleyse "ben"im.

12 Haziran 2010 Cumartesi

Machine in my head.

Nerede kayboldum ben? bilmiyorum. Sabah toplantıya giderken yatakta bir kadın bırakmıştım; uzun bir günün ve gecenin ardından yatağı toplanmış olarak görmek güzel. Ama eksik bir şeyler var, her zaman olduğu gibi. Bu gece nerede kayboldum ben? Dışarı çıktığım o yarım saatte mi? Yoksa başka bi anda mı? Bilmiyorum. Gerçekten, bilmiyorum. Ama hayat çok komik ve bir o kadar da acımasız. Pavyondan bozma ve eğlenme çabalarının bir şekilde geldik ve eğleniyoruz moduyla karıştığı bir mekanda erkeklerin taciz, tahrik ve bilumum tavrıyla yaşamaya çalışmak ağır geldi. Daha kötüsü kadınların da bunu kabullenmesi oldu belki, erkekler böyledir(!) algısı ve tavrı adamlarda öyle bir rahatlık yaratmıştı ki, yaptıkları her şeyde artık meşru birer yaratıktılar. Yaptıklarında değildi sorun, kadınların onları beğenip beğenmemesindeydi, birileri onları beğeniyorsa yaptığı taciz değil dans, beğenmiyorsa dans değil taciz oluyordu… Kafam karıştı albayım, biz kadınlara niye dokunamıyorduk? neden duygular bizim önümüzde bir duvar örüyordu da bu adamlar bütün bu duvarları kolayca atlayıp geçiyordu? Nefes almak için çıktığım anlarda kayboldum kendimle, oralarda bulduğum yollar, hayatlar beni mutlu eder miydi? Bilmiyorum, mutluluk oralarda değildi, o yüzden sanmıyorum…
Yoruldum ve korktum. Ve her yorulduğumda ve korktuğumda yaptığım gibi sevdiklerimi kendimce korudum, onlar kızsa da, öfkelense de… Kendimce nedenler uydurdum, bahaneler vs.
Peki, ne zaman huzur bulurum? İşte onu bilmiyorum albayım.

Tek bildiğim, iyi niyetle iyi hayatlar yaşanmıyor. Kötü olmak gerek, daha da kötü.

“Machine in my head.” but it hurts me, it kills me.

7 Haziran 2010 Pazartesi

Yolculuk


Yakın geçmişimle uğraşıyorum bu sıra. İnsanların hayatında kendime bir yer bulmaya çalışıyorum. Kayboluyorum çoğu zaman, yolumu bulamıyorum. Bu yüzden rahatsız oluyorum, rahatsız ediyorum. –huzursuzluk böyle bir şey işte albayım- Hayatıma hep bildiğim yollar üzerinde devam etmişim, meğer hep kaçak dövüşmüşüm. –hatta biliyor musunuz ben hiç dövüşmedim, dayak yedim arada bir polisten falan o kadar- Yine bildiğim gibi yapacağım biliyorum. Biraz bilmediğim yollarda dolaşıp hikâyeler toplayacağım ve sonra evime dönüp onlarla eğleneceğim, kendimce.

Gider miyim buralardan? Kim bilir, belki. Tek başıma olmaz ama bu. yanımda götürmem gerekenler var, bekleyerek, acele ederek, ısrar ederek, deneyerek, yanılarak, ama sonunda yaparak. Giderim, gideriz, belki.

6 Haziran 2010 Pazar

Kader.

O gece oturup düşündüm. Oğlum Özgür dedim kendi kendime, yolu yok çekeceksin. İsyan etmenin faydası yok, kaderin böyle, yol belli, eğ başını, usul usul yürü şimdi. O gün bugün usul usul yürüyorum işte.

Öğreniyorum ulan!

20 Yaşından Sonra Elektronik Müzik Dinlemeye Başlayanlara Öğütler.

Madde 1- Groove Armada diye bir grup var, sizin yaşınızdaki herkes bundan haberdar, öğrenin.
Madde 2- Elektronik müzik zengin müziği değildir. Youtube'da, fizy'de falan bütün şarkılar var, ayrıca başka yerlerden de indirebilirsiniz. Konserler başta biraz masraflı olsa da orada bir gruba dahil olduktan sonra (bir gruba nasıl dahil olabileceğinize dair tüyoları aşağıda vereceğiz.) davetiye falan ayarlamak mümkün.
Madde 3- Kemik çerçeveli gözlük. Önemli sanırım. Bu konuda yaptığım araştırmalar sonucu edindiğim bilgilere göre grup içerisinde daha çok indie/nerd diye tabir edebileceğimiz tiplerin bu gözlüklerden kullandığı ancak yine de ortamda alıcısının olduğu sonucuna ulaştım. Efes Pilsen One Love Festival'de bu konuyu araştırmaya devam edeceğim. Bir anket çalışması yapmayı planlıyorum.
Madde 4- Grup içerisinde kolay kabul görmek istiyorsanız eğer en az bir madde bağımlılığı (tercihen kimyasal) hikâyeniz olmalı. Hatta devam ediyorsanız daha da güzel!
Madde 5- Groove Armada diye bir grup var, sizin yaşınızdaki herkes bundan haberdar, öğrenin.