14 Ocak 2010 Perşembe

Doğru?


Hayatımdaki yanlışlar ve doğrular üzerine birkaç kelam etmek gerektiğini düşündüm. Huzursuzum ve üzerine ne kadar çok konuşursam yanlış gördüğüm şeyleri düzeltmeyeceğimi o kadar garantiye alırım gibime geliyor. Öyle tabii ki biz teori insanıyız. Zizek de “devrim üzerine o kadar çok konuşalım ki, olmayacağını garantiye alalım” derken benzer bir durumdan bahsediyor galiba. Söz gelimi hayatımda yaptığım tek doğru hareketin her şeyimi paylaşmak olduğunu düşünürken; hayatımda yaptığım en büyük yanlışın her şeyi paylaşmak olduğunu da düşünüyorum. A1 =A gayet mantıklı… Çelişkili zıtlık değil mi? Aralarında diyalektik mi var, yoksa aptallıklarımı sorgulanamayan/denetlenemeyen bilim kisvesine emanet edip tatmin mi arıyorum. Ama öyle deme; marjinal bir tutum bu, analitik değil sonuçta diyalektik düşünüyorum. Boş beleş adam değiliz vesselam. Yani şimdi doğruyla yanlış arasında çelişkili bir zıtlık varsa nasıl anlayacağız? Mühim olan ilişkiler gerçi tek başına hiçbir anlam ifade etmiyorlar. İlişkisiz değerlendirirsek şimdi onlar masum olacak ben suçlu olacağım. Hal bu ki ben kendimi aklayıp tüm suçu Doğru ve Yanlış olma durumunun kendisine atmak istiyorum. Doğru ve Yanlış söyleyin nasıl anlayacağız! Galiba anlamıyoruz, sadece inanıyoruz: “Doğru ve/veya Yanlış”.Ve/Veya çünkü zaten bilmiyorsun ikisi de olabilir neden olmasın ki… İnanmak burada da çıktı karşıma. Hal bu ki ben inançsız bir insanım. Öyle hurafelere, kapitalistlere, faşistlere, gereksiz fraksiyonlara inanmam. Muhatap da olmam. Onlar hep inanıyor çünkü hiç düşünmüyorlar. Ben köşeye sıkışınca inanıyorum sadece. Ama bazen de hayatımın 4 köşe olduğunu ve ortada sürekli beni köşelerin birine sıkıştırmak için uğraşan bir adam olduğunu düşünüyorum. Sıkışıyım da inanayım, düşünmiyim. Ya o adamı da ben yarattıysam… Olric orda mısın? Olric! (…) A1 =A. İnanıyorum öyleyse varım!

5 Ocak 2010 Salı

İmgelem öldü imgele... Dağınık ölüm döşeğinden dışarı çek ve içinde öleceği bir yere sürükle onu.


Mırıldanarak, ses yok, yine de sözgelimi dudaklar kımıldıyor belirsiz kıpırtısıyla saçların, ya hiç çıkarılmadı ya da hava çok kıt, Hayal onun tek umudu, ya da, O burada değil, ya da, Hayal öldü, imleyen anlar eğer cesaret kırıklığıysa, başka mırıltılar imgele. Karanlıkta ve ışıkta, hayır, sadece karanlık, sözgelimi mırıldanıyor şimdi sadece karanlıkta sanki ışıktaymış gibi kulak kesilmiş tüm altı düzlem kulak kesilmiş ışıldarken oysa karanlıkta işitilmemiş, bu iyi bilinen bir şey. Yine de ses yok, valla söz gelimi ölümlü kulak için çok zayıf bir ses. Başka mırıltılar imgele. Sözcük ihtiyacı pek büyük cesaret yok ta ki sonunda yavaş çekilme on saniye, çok hızlı, otuz şimdi, büyük ihtiyaç cesaret yok ta ki sonunda yavaş çekilme otuz saniye yeryüzünde binlerce kararan grinin içinden ta ki dışarıda ve kendini tutamaz halde, Hayal öldü, sözgelimi eğer keyfi yoksa, ses yok. Ama bak nasıl da ölüyor ışık ve yarı ölüden ya da fazlasından yavaşça kalkıyor yine tam haline ve sözcükler ölüyor yine hani kalkmaktaydı titreyerek, pekala, sözgelimi sadece gecikme, karanlık olmalı sonunda, sözgelimi karanlık ve ışık burada eşittir sonunda yani her şey yapıldığı zaman ölü imgelemeyle ve önlemler alındığı zaman karanlık ve ışık eşit görünür sonunda. Ve elbette nasıl akışın ya da çekilmenin kalışı herhangi bir gride bir süre ve hatta siyahın tam eşiğinde bir süre ta ki sonunda içeride ve siyah ve en sonunda mırıltı çok belirsiz ölümlü kulak için. Ama uzun karanlıkta mırıltılar öyle uzun ki istek yok ama ışık ihtiyacı uzun ışıkta olduğu gibi çünkü karanlık mırıltılar bazen müthiş uzak mesafede yeryüzünden bir yaz gününe kış günü nasılsa ve o müthiş sessizliğe gelen, O burada değil, sözgelimi keyfi daha iyiyse ya da, Hayal onun tek umudu, ölümlü kulak için çok belirsiz. Ve başka seferler başka aşırı uçlar imgelemek öyle zor üst üste herhangi bir düzen ve bazen hepsi harcandığında eğer teskin edilmediyse bir ikinci kez bazısında çok farklı öyle birlikte konuşuyor ki sadece bir umut ve hiç umut seli karışmış ve boyun eğiş hiçbir şeye vararak, bunları daha sonra daha berraklaştır. Başka mırıltılar imgele, Anne anne, gökteki Anne, Tanrının Annesi, gökteki Tanrı, İsa ve Mesih’le kombinasyonlar, sözgelimi çoğunlukla sevilenlere ve aziz tutulanlara ait müthiş sayıda başka özel isimler tebelleş olur, ihtiyaç duyulduğu gibi imgele, desteklenmemiş ünlemler, antik Yunan filozoflarının menşe yeriyle birlikte fışkırttıkları mümkünse bir dönemdeki bilgi yarışını imleyerek, tamamlanmış önermeler, O burada değil gibi, istisna, başkalarını imgele, Bu mümkün değil, bir tane var, ve işte istisnai uzunlukta bir başkası, Bir hamakta güneş altında ve burada bir büyücülük merkezinin adı kadın yatmış uyuyor. Ama ani ışın artık hangi sözcükler verildiyse bırak düşsün karanlıkta sessiz eğer ses yoksa olmasın daha iyi, pekala, sesi dene ve eğer daha iyi değilse sözgelimi gayet suskun, sesi imgele ve ancak o zaman tüm o siyah saç geri savruluyor köşeye yüzü açarak tam bu olduğu zaman. Gayet işitilebilir o halde şimdi onun için ve eğer başka kulaklar varsa duvarda alçalmış a’da onlar için anlamsız bir ses, bunu duy. Sonra dahası gayet anlatımsız, ahlar ve ohlar soğukla çiftleşiyor ve daha fazla duygu yok belli ki hamakta İsa Mesih Hazretlerinde olduğundan. Ve nihayet şimdilik ve sonra o yüz eğitimsiz konuşmacılarda öyle yaygın olan küçülme bazen biraz da kuşku da bırakarak Diogenes filan gibi şeyleri tek onu hayal et. Böyle o halde ses kabaca ve eğer bu şekilde daha berrak değilse o zaman tüm fırtına konuşulmamış ve sessizlik bozulmamış eğer ışığın ve karanlığın sesi ya da değişim anlarında bir akış sesi değilse otuz saniye ta ki tam olana dek sonra sessizlik bir süre, bu işitmeyi geri ödeyebilir ve işiterek açıyor sonra gözlerini açılan ya da koyulaşan grilere ve kapamıyor onları sonra kapalı tutmak için ta ki ertesi değişim sesine dek ta ki tam ışığa ya da karanlığa dek, bu da gayet imgelenebilir.

SAMUEL BECKETT

4 Ocak 2010 Pazartesi

Zizek Vs. Komplo Teorileri

"Bilim "Gerçek'e dokunur" , onun bilgisi "Gerçek içindeki bilgidir"- buradaki açmaz bilimsel bilgi, simgesel "büyük Öteki" gibi hizmet vermez, şeklindeki bir olguya dayanıyordur sadece. Modern bilim ile sağ duyuya dayalı Aristotalesçi felsefi ontoloji arasındaki açık burada kaptılamamaktadır: Bu açık Galileoyla çoktan su yüzüne çıkmıştır ve temsil edilebilir gerçeklik deneyimimize hiç de yeniden çevirebilememesine rağmen işleyen kurallardan/yasalardan bahsettiğimiz kuantum fiziğindeyse uç noktaya varmıştır...

Belli bir yeni ürünün (söz gelimi genetiği değiştirilmiş sebzeler) çevreyi ilgilendiren sonuçlarıylar ilgili birbirine zıt görüşlerle karşı karşıya kaldığımızda boş yere bir uzman görüşü arar dururuz. Kaldı ki mesele sadece bilimin büyük kuruluşlara ya da devlet kurumlarına mali olarak bağımlı olmasının getirdiği kirlenme nedeniyle asıl konuların bulanık olması meselesi değildir- bu konuların içindeyken bile, bilim cevabı ortaya koyamaz. Çevre bilimcile on beş yıl önce ormanlarımızın yok olacağını söylüyorlardı - artık ağaçların gereğinden çok artması bir sorun... Bu risk toplumu teorisinin boyunu aşan yer, bizi, yani sıradan özneleri içine soktuğu irrasyonel durumdur: Bir karar verme durumumuzun olmadığının, vereceğimiz kararın keyfi olacağının gayet de farkıznda olmamıza rağmen defalarca karar vermek zorunda bırakılırız... Ne var ki değişmeden kalma ikilemini çözmez bu: Çoğunluğun katılım gösterdiği demokratik bir tartışma, çoğunlukla bilişsel cehalet değişmeden kaldığı sürece niçin daha iyi bir sonuca götürmek zorunda olsun ki ?

...(Tam da bu noktada) "Komplo teorileri"ne başvurmak açmazdan çıkmanın vahim bir yoludur, Fred Jameson'ın deyişiyle asgari bir "bilişsel harita"yı yeniden elde etme çabasıdır.

Jodi Dean'ın deyişiyle resmi bilim ile uydurma bilim arasında bir ayrım yapacak olursak resmi bilim kibirli, dogmatik bir tavır takınırken, uydurma bilim insanlarının yaygın önyargılarının bulunmadığı argümantasyon ve olgulara başvurmasından etkilenmemek mümkün değildir. Kurumsal bilim insanları bilimsel kurumun büyük Öteki'sinin otoritesi üzerinden konuşur şeklinde olacaktır buradaki cevap; ancak, sorun, bu bilimsel büyük Öteki'nin uzlaşıma dayalı simgesel bir kurgu olarak, su götürür yeri kalmayacak şekilde defalarca ifşa edilmiş olmasında yatar. Dolayısıyla komplo teorileriyle karşı karşıya kaldığımızda... Ne hayaletlerin varlığını (anlatısal) gerçekliğin bir parçası olarak kabul etmeli, ne de onları sözde Freud'cu bir yoldan kadın kahramanın o histerik cinsel başarısızlıklarının "yansıması"na indirgemeliyiz. Komplo teorileri tabii ki "olgu" olarak kabul edilmemelidir fakat modern kitle histerisinin bir fenomeni haline de getirilmemelidir. Böyle bir kavrayış, hala "büyük Öteki"ye müşterek toplumsal gerçeliğin "normal" anlayışı modeline bel bağlıyordur ve bu nedenledir ki bugün tam da bu gerçeklik anlayışının altının naıl oyulduğunu düşünmez. Sorun ufologların ve komplo teorisyenlerinin toplumsal gerçekliğe tenezzül etmemek gibi paranoyak bir tutum almalarında değildir, sorun bizzat bu gerçekliğin paranoyaklaşmasındadır."

Slavj Zizek