9 Mart 2011 Çarşamba

Cenabet Mabedi "Duş".


Geçenlerde Cansu hasta olup yataklara düşmüştü, zira ben de hastalanınca çekilmez nazlarla yüklenen bir insan olduğumdan bir eve iki hasta çok deyip hasta olmamak için elimden geleni ardıma koymamaya karar kılmıştım. Önlemlerin başında ajandamdaki duş alma bölümlerini olabildiğince ileri tarihlere ertelemek vardı. Zaten başka da önlem almadım -bu sebeple sonra ben de hasta oldum-. Gariptir ki duşun hayatımdaki çok farklı dönemlerde çok enteresan yerleri var. Sevip-Sevmeme arasında gidip gelen dönemlerde hep ona kafa yordum, onla ilgili bir yorumum oldu.

1) Nefret Dönemi
Dönem doğduğum günden başlar ergenliğe kadar devam eder. Gayet ılıman iklimli şehirlerimizden biri olan İzmir'de yaşıyorduk ancak her ne kadar İzmir'de olsak da, evimizin sıcağı soğuğa çeviren bir ters "igloo" etkisi vardı. Sobalı oda ile evin geri kalan kısımları arasında resmen iklim değişiyordu. Birkaç onyıl önce yaşasaydım Tezer Özlü'den önce Çocukluğumun Soğuk Gecelerini ben yazardım o derece! Duşun o dönem bana hiçbir artısı olmadığı gibi sıcak-soğuk etkisinden sürekli hasta geziyorum. En nefret ettiğim şey annemin dinmek bilmeyen "haydi banyoyaaa,"larıydı. Ne kadar beklersem kafamdan aşağı boca edilecek suyun sıcaklığı kaynama derecesine o kadar yaklaşıyordu. Siz olsanız sever miydiniz?

2) Cenabet Mabedi Dönemi
Ergenliğin başlarında başlar, sonlarına kadar sürer, bir anda kesilir -cidden bak. Karanlık çağlardan çıkılmıştır, kutsal mabette sen ve senin arana girebilecek tek şey hayal dünyanın genişliğidir -bir de arada çalan "hadi çabuk çık" mesajlı kapı. Kişisel haremin, yalnız cünup olmanın kerhanesi... Her ne kadar o dönemde duşu hâlâ sevememiş olsam da, cezbedici yanları beni daha sık duşa girmeye ikna edebiliyordu. Bir de cezbedici etken olmasa da cünup olmanın o dönem üzerimde "cünup gezmek kötü şans getirir" gibi psikolojik bir baskısı da vardı. Ama bir iktisat denklemi yapsak sıcak-soğuk etkisi vs. mabedin cezbediciliği ancak nötr oluyordu.

3) Milli Fantezi Dönemi
Ankara'ya gelmemle başlayan dönemdir. Ne zaman bittiğini tam kestiremiyorum. Ama en sevdiğim dönemdir. Duşun Lale devri... ECA ve Artema birleşip milyon dolarlık reklam yapsalar, evime bedavaya plazma ekranlı jakuzi koysalar bu kadar sevdiremezlerdi. Ankara'ya gelmişiz kaloriferli ev görmüşüz. Sıcak-Soğuk gibi bir negatif etken tarih olmuş. Üstüne bir de sevgilinle aynı evde olma diye bir şey var ki dostlar başına -her zaman değil tabii. İnsan oturup kendi filminin senaryosunu yazıyor vallaha. Arada mekan olarak da banyonun muhtelif köşeleri set ekibinin ilgisini çekiyor tabii ki. Ancak buradaki çekimler bazen o kadar zorlu geçiyor ki, çekimleri yarıda kesip mekan değiştirmek zorunda kalabiliyorsunuz.

4) Tanrıya Yakarış Dönemi
Milil fantezi döneminin evde yalnız kalınan bölümlerini de kapsayarak günümüze kadar gelir. Yalnız kalınca insan az biraz toplum içindeki durumunu düşünür. Kafa yağlı dışarı çıkmama diye bir kavram var mesela, bu direk "s.ke s.ke sık duş alacaksın"a denk gelir. Gençlik ateşin az biraz söndüğünden duşa genelde yalnız girersin. Ve duşun çirkin yüzünü, ağır angaryasını, annesiz kalmış evini orada anlarsın. Zira benimki kadar kılı bünyesinde barındıran bir insan için duştan çıkınca gördükleri korku filiminden sahneler gibidir. Kılların yitip gittiği bir arena gibi her yerde sahipsiz kıllar görürsün. Sonra temizle bakalım. On beş dakika duş, 25 dakika temizlik.

Duşu hâlâ sevmiyorum bir sonraki döneme kadar da bu böyle devam edecek. Hastalıktan kaçınmak için değil üşendiğim için erteliyorum. Dili olsa da konuşsa kahrımı çok çekti bilmem mi, ama olmayınca olmuyor ne diyeyim.

P.S. Bu yazıyı yazarken benden şarabını esirgemeyen, arada da banyodaki kıllara bağırınan ev arkadaşım Orçun'a special thanks.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder