16 Nisan 2011 Cumartesi

Ayrılıklar da sevişmeye dahil...

Tanrı ışık olsun dedi... Ve ışık gözlerime tecavüz etmeye başladı, kaçınılmaz ve tadını çıkartmaya çalışıyorum. Ucuz barların ucuz grupları, pop dinleyen "metal"cileri, kusturmaya programlı içkileri, ergen tripli kadınları mahkum kaldığım hapishanenin demirbaşları. Çalan grup bir çuval dişi patates, en irisi solist onla da kurabileceğim göz temasıyla aramda koca bir kolon var... göremiyorum. Neden ona bakmaya çalışıyorum? Ben de bilmiyorum ama suç ne kolonda ne patateste ne de ışıkta... Üşenenin çocuğu olmaz değil mi! Kalktım ve dans eden kalabalığın içine karıştım. Karıştım dediysem de mecaz. İstesem de karışamam, yan yana ama ayrıyız. Su ve yağ gibi. Dans pistinin kenarındaki kolona yaslanıp iri patatesi izlemek kafi. Neden o? Etrafta kimse yok mu?
İçtikten sonra içlerindeki gizli gayi otlanmaya salan tüm inekler etrafımda çadır kurmuş, s.kilecek kurban arıyorlar. Kazan hazır, su hazır, hatta su fazlasıyla kaynamış bile. Kurbanı buldukları gibi... Şu an hatırladıkları tek şey muhtelif mühendisliklerin a.sız bölümlerinde öğrendikleri pistonlar ve birazdan uygulamalı sürtünme deneyi yapacaklar. Biliyorum. Ancak ortamın sürtünmesiz olduğunu anlayan, pistonu toplayıp kaçacak, kaçmayan şansını deneyip tokadı yiyecek. Ama ergen tripli kadınlardan bir farkları var onlar kadınsız da mutlu olabiliyorlar. Onlar ki kadınsız eğlenme sanatlarının Cristoph Colomb'ları, bira üstüne tekila, vodka-redbull, "oğlum bu hatuna nasıl çakılır var yaa!" Özeniyor muyum ne?.. Her geldiklerinde kadınsız dönseler de onlar mutlu, her geldiğimde bir hatun götürsem de ben mutsuz. Kâr-zarar hesabında hep benden bir adım öndeler... Hâlâ pistteyim ancak tek kıpırdayan organım gözlerim. Yüksek ses ortamı salladıkça, sırtımı yasladığım kolon benden iyi dans edecek...
Bara gittim;
-Her zamankinden,
-"Her zamanki neydi beyefendi?"
-Satsuma-elma suyu
Bu talebi gittiğim her yerde iletirim "her zamankinden!" garson ne derece yavşak, ipucu verir. Yanlış anlaşılmasın sadece barda da değil. Her yerde. Garson olmasının bir önemi yok, balıkçı da olsa aynısını yapardım. Yavşakları sevmiyorum, çünkü bahşiş vermek adetimdir ve hatırlanmak istemem. Zaten aynı yerlere sık gitmeyi sevmediğimden kimse hatırlamaz. Hatırlayan çıkarsa da bir daha gitmem zaten. Kimisi yavşağa verir bahşişi, hatırlayana verir. Ben öyle değilim... Bar taburesine oturdum, kolumu bara yaslayarak arkamı dönüp sahneye baktım. Patates aynı patates, sanki içtikçe güzelleşecekmiş gibi. Neden ona bakıyorum? Neden buradayım bugün?.. Hatırladım, evet sevgilimle kavga etmiştim...
-"Pardon! Ateşinizi alabilir miyim?"
-Bilmem alabilir misiniz?
-" Çakmak diyorum"
-Ben de!
-"Anlaşamayacağız galiba, neyse..."
-Denedik mi?
-"Deli mi ne!"
Bluzu kırmızı eteği dar siyah, yüzü mor gitti haspam, neyse...
Sevgilim diyordum, kavga etmiştim. Beş ya da altıncı günümüzdü bugün, insan sık ayrılınca eski sevgilisi çok oluyor, her gün biri arasa bir diğerinden ayrılmak zorunda kalıyorsun. Malum sorular, ucu bucağı olmayan başladı mı bitmeyen sorular... "Ne kadar çıkmıştınız," "önemli miydi senin için," diye başlayıp; "bak ben farklıyım" diye devam eden ve ayrılıkla biten konuşmaların vazgeçilmezi... Sıkıldım artık soru geldi mi direk ayrılıyorum, bir ay sonra o da "eski sevgili" rehberimde yerini alıyor. Bir gece bir telefon geliyor ve ben "eski sevgilimle" konuşup "yeni sevgili"mden gelecek ilk soruyu bekleyip cevaplamadan evden çıkıyorum. İşte kavga ettim dediğim de bu. Artık benim için kavga eşittir ayrılık o ayrı. Kışları iki aya kadar çıkabilen ilişkilerim, baharları bir-iki hafta, yazları bir bilemedin iki geceye kadar düşüyor. Ben tek gecelik ilişkilerime bile aşkım derim, maksat öyleymiş gibi hatırlasın eski sevgilisi yerine koysun da tekrar arasın. Ama bu soğuk kış akşamında bu telefonu beklemiyordum, hem de bari aradın buluşalım de! "Kırmızı kazağım sen de mi?" deme. Hayır bende olsaydı iyiydi, buluşalım demese bile kazağı götürürdüm, bir şişe şarabın gücünü kullanıp kaleyi yoklardım. Aksilik işte. Bir ay on gün ömür biçmiştim bu seferkine, erken bitti. Neyse şu an buradayım bunlara takılmam saçma.
Herkes pistte dans ettiği için kolonu kimse kapmamış, yerim duruyor. Yaslandım ve sigaramı yaktım. Sahneye baktım, solist aynı şevkle şarkısını söylüyor, güzel de söylüyor, ama hâlâ patates. İyi dans etse çekilebilir, ama güzel sesin şu an aradığım bir kriter olduğunu sanmıyorum. Peki ama neden bakıyorum o zaman?.. Neyse, bazen bünye otomatik pilota alır, beğenmeyeceğin bir şeyi beğenirsin, bu konuda bedenime güveniyorum, patates diyorsa patates olacak!.. Grubun ara vermesini bekledim. Yirmi dakika kadar sonra tüm üyeleri kadın grup yuvarlak masada toplandı.

Yanlarına yanaştım,
-Size bir içki ısmarlaya bilir miyim
-"Konsomatrise mi benziyorum". (Yok konsomatris olsan emin ol aç kalırdın!)
-Sanmam, ama emin de değilim zira, hiç konsomatris görmedim. (Vesikalı Yarim'de Türkan Şoray'ı saymazsak)
-"Haha! İlk defa biri estağfurullah demedi, sizi bir yerden tanıyor muyum?"
-Buraya pek gelmem,
-Yok, yok üniversiteden... U. sen misin? İnanmıyorum gerçekten sensin!

İyi ki garson değil bahşişi kaçırmıştı. Ama ben de hatırladım, Leyla. Sekiz sene kadar önce bahar şenliklerinde tanışmıştım, yatmıştım. iki hafta sonra malum soruları sormuştu. Sonra bir daha aramdı, o zamanlar aşkım deme alışkanlığım yokmuş galiba. Güzel hatundu o zamanlar, mühendislik birinci sınıf... A.sız bölümün her erkeğe düşen iki yüz elli gramında payı olan takdir edilesi kadınlarından biri.
-Evet, sen de Leyla'sın değil mi? Nerede tanışmıştık kongrede falan mı? (bilmiyor gibi yapmam lazımdı)
-Yok bahar şenliklerindeydi, neyse geçmiş zaman... Sahneye çıkacağız şimdi çıkışta görüşelim.
Cümlesini tam bitirmişti ki pistteki dallama mühendislerden üçü yanımızda biti verdi. Leyla'ya ayak üstü selam verdiler, komiktir Leyla da karşılık verdi. Hayranları herhalde...

U.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder